Bir Erzurum türküsü, “Eledim eledim höllük eledim/ Aynalı beşikte canan bebek beledim” şeklinde başlıyordu.
Çocukken türküde geçen “höllük” kelimesinin anlamını bilmiyorduk. Sözlerini bilenlerimiz türküyü tabiri caizse akışına söylüyordu.
Bu arada yeni nesil, yani yaşı otuz ve daha altında olanlar yöresel haliyle “beşik” nasıl bir şey bilmezler. Bilse bile kullanılırken görmemiştir.
O, eski usûl beşikler hayatımızdan çıkalı yarım asır oldu.
Şimdi “Konu höllük iken beşiğe nasıl geldi?” diye soran olabilir.
Beşik ile höllük arasında ayrılmaz bir bağ vardır.
Yeni doğan bebekler eskiden beşiklerde yatırırdı. Bahçede, tarlada çalışan kadınlarımız bebeklerini beşikleri ile sırtlarına alıp, bahçelere götürdükleri olurdu.
Şayet bebek ağlarsa beşiği usulca sallarlar sonra evde veya bahçedeki işlerine devam ederlerdi. Beşik özellikle bebekli anaların vazgeçilmez bir parçasıydı.
Bebek, emekleyene kadar beşikte yatar; sadece banyo yapılırken, emzirilirken ve bir de altı temizlenirken beşikten çıkarılırdı.
Bebekler uzun süre altının kirli ve ıslak kalmaması için özel tertibat alınır. Bunlardan biri de “Höllük” denilen özel topraklardı.
Anadolu'nun bazı bölgelerinde, bebeğin derisine yapışmayan ve pişik yapmayan “höllük” adı verilen bir toprak türlerinden faydalanırlardı. Böylece bebekler altını ıslatınca, toprak idrarı çeker, bebeğin altı uzun süre kuru kalırdı.
Türküde geçen “Eledim eledim höllük eledim” cümlesinde geçen höllük meğer bebeklerin altı kuru kalsın diye bir tür toprağın elenerek kullanılır hale getirilmesiymiş.
Höllük, Karadeniz sahillerinde olan bir uygulama değil. Daha çok İç Anadolu Bölgesine ait bir uygulama olarak bilirdik.
Ordu Kabataşlı Halk şairi ve folklorik araştırmacı Dursun Kura bir şiirinde “höllük” ifadesini kullanınca; höllüğün Kabataş ve civarlarında da kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Dursun Kura Beyefendiye bu çalışmasından dolayı teşekkür ederim.
Yerel çalışmalar çok önemlidir. İster tarihi, ister ananevi, ister edebi, ister manevi değerler olsun, bazı hakikatler gün yüzüne çıkmalı veya unutulmamalıdır.
Yaşanmış olan her şey bizim gönül tarihimizin bir vesikasıdır. Her yaşanılan şey geçmiş geçmişte kalmamalı. Nereden geldiğimizi bilemezsek, nereye gideceğimizi de bilemeyiz.
Zeki Ordu